
Fotoğraf, en basit tanımıyla bakışımızı kopyalamaksa bakışımız üzerine düşünelim;
Özelikle anlık çekilen fotoğraflarda fotoğrafın ne olduğundan ziyâde bakışımız neden oraya yöneliyor? Baktığımız her şeyi görüyor muyuz? Gördüğümüz hangi şeyleri baktığımız şekilde kopyalamaya çalışıyoruz?
Çektiğim fotoğraflara “Fotoğraf bana ne diyor?” başlığı altında gördüklerimin bana ne hissettirdiğini-düşündürdüğünü anlatmaya çalıştığım metinler ekliyorum bir süredir. Bunu yaparken gördüğümün bana ne çağrıştırdığını anlamış oluyorum, çekerken değil de daha sonra fotoğrafa bakarken.
Bu noktada çağrışım üzerine düşünmeye başladım. Gördüğüm bana ne çağrıştırıyor değil de neden çağrıştırıyor sorusu çıktı karşıma.
Dr. Julia Show’un “Bellek Yanılgısı” kitabında bahsettiği “Anımsama Tümseği’”kavramı ilgimi çekti tam bu bağlamda. Özellikle ergenlik yıllarımızdan başlayıp yirmili yaşlarımıza kadar uzanan zaman dilimi içinde yaşadığımız anıların hiç unutulmayan, hatta kimliğimizi oluşturan anılar olduğunu savunuyor kitapta Julia Show.
Çağrışımlarımız zamanla, yaşadığımız hayatla, kimliğimizle ilgiliydi demek ki.
Kimliğimizi oluşturmada anılarımız bu kadar baskınsa eğer; bir kişiye ya da manzaraya bakarken hangi anılarımızdan çağrışım yapıyordu gördüklerimiz ve kopyalamaya değer bulduklarımız? Benim bakış açım kişisel olmaktan çıkıp fotoğrafa bakanda da bir his uyandırması nasıl oluyordu? Çıplak gözle baktığımızda hepimizin gördüğü bir şey neden o kadar etkili olmuyordu da fotoğraf olarak sunulduğunda bir anlam kazanıyordu? Herkes için aynı mıydı bu anlam? Değildi tabii. İzleyen tarafından yorumlanırken dönüşür ve izleyicisine göre anlam kazanırdı. Tüm sanatsal üretimler için olduğu gibi.
John Berger şöyle der “Görme Biçimleri”nde ;
Her imgede bir görme biçimi yatar. Fotoğraflarda bile. Çünkü fotoğraflar çoğu zaman sanıldığı gibi mekanik kayıtlar değildir. Her bir fotoğrafa baktığımızda, ne denli az olursa olsun, fotoğrafçının sınırsız görünüm olanakları arasından o görünümü seçtiğini fark ederiz. Rasgele aile fotoğraflarında da böyledir bu. Fotoğrafçının görme biçimi konuyu seçişinde yansır. Ressamın görme biçimi, bez ya da kâğıt üstüne yaptığı imlerle yeniden canlandırılır. Her imgede bir görme biçimi yatsa da bir imgeyi algılayışımız ya da değerlendirişimiz aynı zamanda görme biçimimize bağlıdır.
Dolayısıyla Berger’in de değindiği gibi her fotoğraf, izleyenin kendi bilgisi, kültürü, tarihine göre şekillenmiş algısıyla ayrı bir anlam kazanır. Hem fotoğrafı üreten hem de izleyenler açısından estetik yönünün dışında kültürel bir araç olarak önemli bir yer tutar hayatımızda fotoğraf.
Doğum fotoğrafları çektiğim yıllarda şöyle yazmıştım markamı tanıtım mektubumda;
Yaşamımız boyunca istesek de tekrarı olmayan anları tek kareye sığdırmak ve defalarca o duyguyu hissetmenin en güzel yoludur fotoğraf.
Meslek seçiminde ilgi, beceri, çevre-aile ve hatta mecburiyet faktörü bir yana mesleğin hangi alanında uzmanlaşmak istediğimiz apayrı bir konu . Üzerinden çok zaman geçtikten sonra düşündüm neden doğum fotoğrafçısı olmayı seçtiğimi.
Başladığım yıllarda Türkiye’de yeni yeni yaygınlaşmaya başlamıştı. Yurt dışından bize taşınan genel adı “Hikaye Fotoğrafçılığı” ile insanların özel günlerinde, günün başından sonuna çekilen anlık fotoğraflarla günün hikayesini fotoğraflarla yazmaktı işin özü. Hoş, her çok-satar işte olduğu gibi hikayelerin de suyu çıktı zamanla. Moda oldu. Layığı ile yapan çok az kişi var halen. O çok özel günde fotoğrafçı, hem ailenin etrafında fır dönmeli hem de kendini unutturmalı, koca kamerayı gözlerinin içine sokmamalıydı ki doğal akışında anları yakalayabilsin. Aile fertlerinin zorâki pozları yerine, sahiden o gün yaşadıkları hislerinin görsel bir hikayesini bırakabilsin.
Benim bu alanı seçmemin sebebi, bırak doğumu çocukluğuma dair çok az fotoğrafım olması olabilir miydi acaba? Stüdyoda çektirilen bir yaş hatırası fotoğrafımın parasızlık yüzünden alınamaması olabilir miydi? Ya da anne ve babanın birbirine gülerek baktığı sevgi dolu aile fotoğraflarının içinde olma özlemim olabilir miydi? Olabilirdi pekâlâ. Öyleyse özlemimi fazlasıyla giderdim. Unutulmaz anlar yaşadım, muhteşem aileler tanıdım. İyi ki yapmışım. Sonrasında yaptığım işleri de şimdi yazarken düşünüyorum bak; kurumsal mekan fotoğrafçılığı, otel fotoğrafçılığı, gayrimenkul fotoğrafçılığı ve gayrimenkul danışmanlığı. Doğumlar- aileler etrafında olmasa da mekanlar, oteller, evler, kalmaklar gitmekler, ait olmaklar olamamaklar arasında dolanmışım hep. Ne çok bakmışım ne çok kopyalamışım. Ticari olarak fotoğraf çekmiyorum son üç yıldır. Ekipmanımı sattım, telefonla olduğu kadar çekiyorum ki zaten şimdiki telefonlar bir harika.
50 mm lensimi, vizörden bakmayı ve deklanşörün sesini özlüyorum sadece.
Yeni bir kamera edinme dileğim de dursun burada. Görmek için baktığımız, bakışımızı dilediğimizce kopyalayabildiğimiz bol fotoğraflı bir yıl olsun da dileyeyim.
Henri Cartier Bresson’un blog sayfamın başlığına ilham olan çok sevdiğim sözünü de şuraya bırakayım bir kez daha.
Fotoğraf çekmek, insanın aklını, gözünü ve yüreğini aynı hizaya getirmesidir.
09.01.2023, Alaçatı